October 11, 2010

Turk mu acaba?

photo



Salonda sakin kafayla otururken, uzun suredir bosladigim bloguma bir gireyim, kaydedip de gondermedigim postlari duzenleyip gondereyim diyorum once. Sonra yine karar veremeyip vazgeciyorum. Madem yazasim yok, o zaman yazilanlari okuyayim diyorum.


Bloglari okumaya baslamisken, disaridan bir cocugun futursuzca ve anlamsizca atilan cigliklari gelmeye basladi. Ha bitti ha bitecek diye beklememe ragmen yaklasik yarim saat surdu. Icimden;


"Geldigimden beri bu sitede boyle bagiran cocuk gormemistim, hayret" diye gecirirken(ki baya uzun surdu), annem diger odadan;



"Sanirim disarida bir Turk var" dedi.



Icimden;


"Yok yok degildir, hayir caniiiim Turklerin de adi cikmis, hemen oyle dusunmeyeyim. Baska bir ulkenin vatandasidir" diyerek gittim iceriye, bir umut. Pencereden bakmamla beraber annesi cocuguna dogru bir hamle yapti.



"Gel bakayim buraya, burnun mu akiyor senin. Kizim yuzume bak bakiyim."



Suratimda anlamli bir tebessum esliginde anneme dondum;


"Evet annecim, Turkmus."






Amerika'dan bildirdim.

September 14, 2010

Öyle Bir Geçer Zaman Ki





En son ne zaman bir diziyi aralıksız olarak takip etmek için çaba gösterdiğimi hatırlamıyorum. Televizyonda bölümünü kaçırmadan izlediğim bir dizi yok neredeyse. Bu akşam evde olup da tv izlerken denk geldim bu diziye. Görünce hatırladım ki; daha önce fragmanını görmüştüm ve fragmandaki "Çocukken, büyükler görmek istedikleri zaman görürlerdi beni, görmek istemediklerinde görünmez olurdum." cümlesiyle dikkatimi çekmişti.








(Mete ve Orhan)


Güzel bir dönem filmine benziyor. Hikayeden ziyade, oyunculukları beğendim. Bilhassa Mete karakteri gerçekten etkileyici bir oyunculuk sergilemiş. Osman karakterinin mimikleri, öyle dizilerdeki gözümüze sokulan sevimli çocuk karakteri gibi değil. Berrin de bu dizinin aklı başında kızı. Aylin'in başına bir gelecek var.
Dizide sırıtan tek karakter Erkan Petekkaya olarak geldi. Biraz fazla kasıntı. Gelecek bölümlerde diziden gidecek olmasını umuyorum.






Velhasıl kelam uzun bir aradan sonra sanırım bu diziyi takip edeceğim.


Sizi fragmanlarıyla baş başa bırakıyorum;




Fragman-1








Fragman-2









Oyuncu Kadrosu:



September 08, 2010

Eid Mubarak!


Bayramımız mübarek olsun.
Nice Ramazanların ardından, bayramları kutlayabilmek dileğiyle.

August 30, 2010

ördek!







3,5 yaş zekasıyla devlete kapak atılır:


-Ühühühüh Annee Hüseyin Avni bana ördek dediii!
-Sen benim milletvekili oğluma nasıl ördek dersin??



30 Ağustos Zafer Bayram törenlerinde, Aydın Valisi Hüseyin Avni Coş ile CHP Aydın Milletvekili Fatih Atay arasında tartışma yaşanmış.


En komiğime giden de CHP'li vekilin ısrarla valiye "Sen bir milletvekiline nasıl ördek dersin?" demesi. Sonraki yaptığı açıklamada da;

“Bugün burada, törende bir olay yaşandı. Olayda daha önce Aydın Valisinin yapmış olduğu uygulamalar nedeniyle bir basın toplantısı yaparak kendisini eleştirmiştim. Kendisi bana verdiği cevapta, sizin de kameralarınızla çektiğiniz açıklamalarında, bana 'ördek' demişti. Kendisine de bu açıklamadan sonra yaptığım yazılı açıklamada da bir milletvekiline 'ördek' demenin ne demek olduğunu, ilk karşılaşmamızda bunun hesabını soracağımı beyan etmiştim. Bugün de ilk karşılaşmamız oldu” diye konuşmuş.


Ördek komikliği bir yana, dikkatimi çeken; beyefendinin valiye;

"Sen nasıl bana ördek dersin?" demeyip
"Sen nasıl bir milletvekiline ördek dersin?" demesi.


Anlaşılan birileri milletvekili olduktan sonra benliklerini çıkarıp bir yere asıyorlar ve milletvekilliğini ölesiye benimsiyorlar..



yazık bize!

July 21, 2010

sürpriz yumurta










Bugün yumurta almak için markete girdim. Girmemle beraber yumurtanın arapçasını unuttum.
Marketteki çalışanın benimle ilgilenmesine sıra gelene kadar bir süre hatırlamaya çalıştım. Ama nafile. Adam "Nasıl yardımcı olabilirim?" dedi. 2-3 saniye kalakaldım. Elimle göstermek için yumurtaları aradım, göremedim. Sonra alacağım şeyin arapçasını hatırlamıyorum falan dedim. Bi anda arkadaki kinder sürprizlere gözüm takıldı. Adamı bekletmiş olmanın verdiği panikle kinderleri gösterip;


"Bunlardan istiyorum; ama çikolatasızından" dedim.


Adam "Nasıl yani??!" der gibi bakınca, anlamadığını anladım. Bi sn bekleyin deyip, telefonla joker hakkımı kullandım ve yumurtalarımı alıp çıktım.



Kinderi, yumurtaya benzetme olayı sadece Türkiye'de mi var merak ettim. Öyle ya da böyle, yumurtanın arapçada ne demek olduğu bu mini anıyla beraber iyice zihnime yerleşti sanırım.


Yazayım da tam olsun ; (beydun) بيض

July 19, 2010

19.07




Dünya Fenerbahçeliler günü kutlu olsun!

July 18, 2010

Şam!


24 gündür Şam'dayım. Yazarken bana bile çok uzun geldi. Ama tek kelimeyle su gibi geçti diyebilirim. Bu kadar hızlı ve böylesine dolu dolu geçeceğini ben de tahmin etmemiştim açıkçası.


Suriye'de Facebook ve blogspot yasak olduğundan(ki tek sorun bu değil, yasağı bir şekilde halledebiliyoruz); internet bağlantısı aşırı yavaş olduğundan bloğuma istediğim sıklıkta yazamıyorum. Kafasına göre bazen sıradan bir sayfayı bile 7-8 dakikada açabiliyor. Bu yüzden fotoğraf yüklemek tam bir işkenceye dönüşüyor. Tamam bloğumu zaten gün gün güncelleyen biri değildim; ama buraya gelirken, aynı zamanda da bloğuma altın çağını yaşatmayı düşünüyordum ((:

Geldiğimden beri yaşadıklarımı yazsam kitap olur. Her ne kadar anında bildiremeyecek olsam da, her akşam yaşadığım günü not almaya çalışıyorum. Vakit bulduğum ilk fırsatta(umarım Türkiye'ye dönüşüm olmaz bu vakit); sıradışı anılarımı, fotoğraflarını çektiğim şahane mekanları ve bu mekanların hikayelerini paylaşacağım.




Tüm takipçilerime güzel günler! ((:

June 22, 2010

valizvalizvalizvalizvaliz



Küçük yaşlardan itibaren (ki aslında 12+ çok da küçük sayılmayabilir) sık sık yolculuk yapan biri olarak, ister istemez bir süre sonra kendi valizimi kendim hazırlamaya alıştım.
Hatta bu yolculuklar çoğunlukla 15-20 günde bir olmaya başlayınca, valiz hazırlama konusunda profesyonelleştim ve çok fazla hızlandım diyebilirim. Öyle ki; yılların valiz yerleştirme ustası annem bile; zaman zaman beni yanına çağırıp, "Şunları sığdıramadım, bir de sen baksana." diyerek yardımımı isterdi.



Lakin son 1-2 yıldır yolculuk tarihlerimin arası açılmaya başladı. Ve yolculuklar da, 2-3 gün, olmadı 4 gün olduğundan, uzun süreli kalmak için valiz hazırlama yeteneğim körelmiş. Perşembe sabahı 2 aylık(şimdilik) bir yolculuğa çıkacağım. Fakat valiz hazırlama konusunda 1 hafta önceden inceden bir stres başladı. Kendime de çaktırmamaya çalışmışım stresi ama şu anda iyice arttı diyebilirim.
photo








Birazcık yazayım, kafamı dağıtayım dedim. Ama kafamı dağıtmak için seçtiğim konunun, kafamı dağıtmayı isteme sebebim olduğunu işte tam da bu cümleleri yazarken farkettim :)) Madem kafamı dağıtamıyorum, bari gidip işimi bitireyim de; konuyu tamamen kafamdan çıkarayım.











June 20, 2010

Babalar Günü




Bugün 1-2 gün içinde almam gereken bazı şeyler için önce Cepa sonra da Ankamall'deydim. Cepa'ya vardığımda farkettim; bugünün hem pazar, hem de babalar günü olduğunu. "Eyvaaah" dedim, nasıl da kalabalıktır şimdi. Neyse madem bugün burada olmak zorundayım kalabalığın keyfini çıkarayım dedim.


Herkes ailecek gelmiş; anneler, babalar, çocuklar, hamile anneler, babalığın heyecanını tatmak üzere olan babalar. Kalabalık beni rahatsız etmesin diye, etrafımdaki hareketliliği tebessüm ederek gözlemledim.



Babalar günü ya, oraya ailecek gelenlerin amacı, günün anlam ve önemine binaen mutlu vakit geçirebilmek. Ama gördüğüm orta yaşa yakın ve orta yaş üstü 10 babadan 8'i gergin ve düşünceliydi :)) Anneler ve çocuklar çok alışveriş yapmışlar. Cepa'da girdiğim bir mağazada 2 ayakkabı deneyene kadar, içeriye giren 3 aile de tartışarak mağazadan çıktılar. Tartışmaların genel sebebi; babaların "Ne gerek var şimdi onu almaya" demesi, annelerin "Sadece bakıyorum, almıycam tamam mıııı, almıycam!" diye karşılık vermesi ve çocukların durumu yumuşatmaya yönelik sevimli çabaları. O kadar çok gördüm ki bu manzarayı, şu sonucu çıkardım;


bazı babalara verilebilecek en güzel hediye; hediye almayıp babayı masrafa sokmamak. ((: Çok strese girmişlerdi, öyle böyle değil :)

June 06, 2010

Sapla Samanı Karıştırmasak Her Şey Daha Güzel Olur!

Gazze'ye yardım götüren gemide yaşananların ardından; insanların hissettiği yoğun duygular var ve bir araya gelerek bu duyguları paylaşmak, destek olduklarını topluca göstermek istiyorlar. Bu sebeple dünya genelinde çeşitli ülke ve şehirlerde bol bol protesto gösterileri yapıldı. Türkiye'de de 5 Haziran İstanbul ve 6 Haziran Ankara olmak üzere; büyük protestolar için duyurular yapıldı.


5 Haziran'da yapılan gösteriyi Saadet Partisi organize ediyormuş.
Duyduğum zaman "E olabilir, bir parti protestoya destek vermek isteyebilir." diye düşündüm. Protestoyu televizyondan izlemeye başladım. Bu tarz mitinglerde malumunuz, konuşmacılar bol olur. Tahminim de o yöndeydi; fakat konuşmacılar arasında Saadet Partisi mensuplarına da yer verilmiş (İstanbul İl Başkanı vs.); yine içimden; "Hadi tamam adamlar organizasyonu yapmışlar, İstanbul'da yapılıyor, iki cümle söylemek istediler demek ki" dedim. Biraz zaman geçtikten sonra hükümet aleyhine, Saadet Partisi lehine bağırmaya başladı topluluğun bir kısmı. Hafiften dudaklarımı bükmeye başladım. Sunucunun yanlı konuşmaları sonrasında da daha fazla dayanamayacağım dedim ve izlemeyi bıraktım. Daha sonra öğrendim ki yabancı misafirler arasında Tayyip Erdoğan'a gelen bir övgüyü de çevirmemişler.


Beni rahatsız eden durum hükümet aleyhine atılan sloganlar veya Tayyip Erdoğan'a yapılmış bir övgüyü es geçmeleri falan değil. Hatta bunlar umrumda da olmaz. Ne zaman umrumda olmaz? Bahsi geçen miting bir siyasi parti mitingiyse, o zaman umursamam bu yapılanları. Çünkü zaten ülkemizdeki siyasi parti mitinglerinde parti mensuplarının, kendileri hariç sataşıp, laf atmadıkları siyasetçi kalmıyor. Normali(!) bu.

Fakat; günler önce yaşanan ve insanları üzüntüye boğan olaylar sonrasında; insanların bir araya gelme isteğinin suistimal edilmesiyse konumuz, gayet de umrumda olur. "Kalabalığı bulmuşken, dur bir de parti propagandamı yapayım" zihniyeti çok anlamsız ve mantıksız geldi. Hele bir de insanları oraya toplayan acı, ölümlerin üzerine kurulmuşsa.


Kimi kazanırsak kârdır diye düşüncesizce hareket ederken; kaybedeceklerinizi de hesaba katın derim.

March 25, 2010

Hiç Gitmemiş Gibi

Geçen yıl bugün malum kaza olalı ve Muhsin Yazıcıoğlu'nu uğurlamamızın üzerinden tam 1 yıl geçti.

Sanki 1 gün bile geçmemiş gibi. Sanki Muhsin amca hala günlük koşuşturmacasının içindeymiş de, bir yerlerden çıkıp gelecekmiş gibi.













O hoşgörülüydü; ölümünün ardından televizyonda, yüzü olmamasına rağmen en ön sıralarda gördüklerimize karşı ben de hoşgörülü olmaya çalışıyorum o yüzden.








Dünyada kalabalıklar arasında layıkıyla yaşatmadıkları huzuru; dilerim sadık ve ebedi dostlarının yanında bulmuştur.



Muhsin Yazıcıoğlu ve beraberindekileri rahmetle anıyorum.

March 20, 2010

TRENDYOL




"Seçkin markaların sınırlı sayıdaki seçilmiş ürünleri ,sınırlı süreler için %70'e varan indirimlerle TRENDYOL'da!"









*Üyelik davetiyesi için; bizzatben!

March 17, 2010

18 Mart




O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar,
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi...
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.
Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın?
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb...



Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mehmet Akif Ersoy




Ruhları şâd olsun...

March 15, 2010



" today is a good day
today is my birthday
"



February 18, 2010

d e p r e m


Herhalde sandalyem kendi ekseni etrafında döndü dedim.
Sandalyeyi hareket ettirdim.
"Yoksa?"
Biraz durunca, depreme has o gıcırtıyı duydum.
Saniyeler içinde bir sürü şey geçti aklımdan.
"Allah'ım tamam sallanalım ama lütfen şimdi olmasın" dedim içimden.
İnsan hemen ölümü düşünür ya, bilgisayar başında olsun istemedim bir an.
Kapı eşiğinde buluverdim kendimi.
Sık sık "Kapı eşiği" derler ya, deprem anında altına geçin diye.
Koca bina çökecek olsa, sanki "sihirli eşik" sayesinde bana bir şey olmayacak.
Kapının iskeletiyle beraber o yıkıntının arasından bir kahraman edasıyla çıkacağım.
Bir umut...
Acaba burada beklemeye devam mı etsem, uyuyanları mı uyandırsam diyene kadar durdu.
Tekrar yerime geçtim, şimdi yine bilgisayar başında bunları yazıyorum.
"İnsan" "Nisyan" dan gelir bilirim, de bu kadar mı çabuk yahu??!


4.1 şiddetindeymiş
Deprem için ahım şahım bir şiddet ölçüsü değil belki ama, bana saniyeler içinde düşündürdükleri pek ahım şahım.

[2010.02.19 02:34:59 Derinlik: 5.0 Büyüklük: 4.1 Yer: AKYURT (ANKARA)]


Daha 2 gün önce bi yerlere "Dilerim Türkiye; Haiti depremine benzer büyüklükte bir felaket yaşamaz. Umarım yetkili kişiler de sadece dilemekle yetinmeyip, hazırlıklar yapıyorlardır." cümlesini not düşmüşken.




Geçmiş depremlerde hayatını kaybedenlere rahmet diliyorum.

Bir depremi daha böyle atlattık. Allah beterinden korusun.

February 16, 2010

photo




Bundan sonra;

"
Kırıldığımı kırarak ifade edeceğim"

dedim.


Bu söylediğime ben de inanmadım.

February 13, 2010

Ne var ne yok?




Yaklaşık bir aydır yoktum.
Kısa süreli bir yurtdışı yolculuğunun ardından, bloğuma dönüp dönmemekte kararsız kalsam da; aklıma gelen, "Bunu yazsam ne güzel olur" dediğim durumlar artmaya başlayınca, devam edelim bakalım dedim.




Kaldığım yerden devam..

January 11, 2010

star gazetesi VE pringles



İlk çıktığı gün olmasının şerefine pringles veriyordu bu gazete.
Okula giderken; servise her binenin elinde kutu kutu pringles vardı.
Okula gidene kadar neredeyse bütün kutuları bitirmiştik.
Çılgınlar gibi yedik.
Kahvaltı üzerine hepsini nasıl yedik bilmiyorum; ama feci eğlenmiştik.
Havada pringles kutularının uçuştuğunu hatırlıyorum.
Hem güldük hem yedik, hem güldük hem yedik.
Bundan sonra böyle ses getiren bir promosyon oldu mu bilmiyorum.
Güzeldi.

January 07, 2010

"mütevazı olma gerçek sanırlar"?


kibri, kapasitesine xxxl gelmiş insanlar, bana matruşka bebeklerini hatırlatıyorlar.




Mütevazı
olmanın, alçakgönüllü olmanın; enayilik, eziklik sayıldığı şu günlerde; cahilce kendini ispat çabasına girmiş kimi insanlar, egolarını balon gibi şişirerek kendilerini topluma, "tepesinden" yama etme çabası içindeler.

Yaratılış gereği, her insanda kibir mevcuttur. Kimisinde uykuya dalmıştır, kimisinde koşuya geçmiştir. İnsan-ı Kamil olabilme yolunda en önemli hususlardan birisi de; sahip olunan karakteristik özellikleri kontrol edebilme gücüne ve dozunda kullanabilme kabiliyetine sahip olmaktır.



En küçük matruşka bebeğine denk düşecek kapasite ve birikime sahip olup da; en büyük matruşka bebeğine denk düşecek kibre sahip olan insanları izliyorum.. Dusunerek, dusunerek..

?benzemek-benzeşmek?

(via Jessica + Jason)




Günlük hayatta sık duyduğumuz bir cümledir;

"Aaaa ne kadar çok benziyorsunuz!"

Kardeşlerin, ebeveynlerin, evlatların, yakın akrabaların birbirine benzemeleri olması muhtemel bir durumdur. Çok heyecanlandırmaz bu durum, benzeten kişileri. Hatta benzememesi daha merak uyandırıcı bir durum bile olabilir. :)

İnsanları asıl şaşırtan evli çiftlerin birbirine benzemesidir. Birbiriyle alakasız şehirlerde, birbiriyle alakasız hayatlar süren, tevafuklar zinciri sonrasında bir araya gelmiş iki insanın birbirine benziyor olması daha farklı gelir.


Merak etmişimdir;



Acaba yüzleri birbirine böylesine benzeyen çiftler;
bir araya gelip birbirlerini bulduktan sonra; birbirlerine duydukları yoğun muhabbet sonrası farkında olmadan aynileşiyorlar mı?
Yoksa;
Aynaya bakmaya başladığı günden itibaren; yıllarca aynada gördüğü yüze aşina olmuş olan insan, gidip kendisine en çok benzeyen yüze karşı mı muhabbet duymaya başlıyor?





Çiftleri birbirine sevdiren, benzerlikleri mi? yoksa Çiftleri birbirine benzeten, sevgileri mi?


Sizce hangisi?

January 03, 2010

hamile barbi

Nostaljiye bayılırım. Geçmişimi yanımda taşımaktan rahatsız olmam, anılarıma sadık bir insanımdır. Unutmak istemem, sık sık hatırlarım o yüzden. Anıların dışında, geçmişe ait bir çok eşyam hala duruyor. Elbiselerim, ayakkabılarım, oyuncaklarım, 6 yaşındayken aldığım etiketler, kalemler ler ler ler. Ev ahalisinin "titiz çöpçü" takılmalarına maruz kalıyorum. Neyseki bu eşyaları muhafaza edebileceğimiz bir mekanımız var. Yoksa evin içinde ayak altında bir yerde muhafazası gerçekten zor.


Uzun zaman oldu bu eşyaları derleyip toplamayalı. Bazen seçtiklerimi odama koyuyorum, bir süre gözümün önünde olsun istiyorum, sonra tekrar eski yerine taşıyorum.


Hamile bir barbim vardı. 6 ya da 7 yaşındaydım babam aldığında. Uzun zamandır yakinen haşır neşir olduğumuz bir çocuk olmadığından etrafımızda şimdi var mı yok mu hamile barbi bilmiyorum. Kuzenim gelip gittikçe oynar diye odama koymuşum. Biraz önce elime geldi.




Hamile hali için kullandığım karnının göbek deliğini çok çirkin yapmışlar.
Hamile olmayan hali için kullandığım karnını değiştirmek çok kolaydı, büyüyünce gözlemledim, öğrendim o göbek öyle hemen gitmiyormuş.
Hamile olduğu için ayakkabıları düz taban; aferin ince düşünmüşler.
Ve o bebek. Daha doğrusu bebeğimsi garip yaratık. Sırtı kaplumbağa kabuğu gibi. Gözleri korku filminden fırlamış sanki, ensesi kalın, bebekten çok bir sumo güreşçisine benziyor.

Her şeye rağmen güzel bir oyuncaktı :)




Her defa düzenlerken temizlerken atayım bunları ya da birilerine vereyim, niye kendime iş çıkarıyorsam diyorum, ama yapamıyorum. Seviyorum. Dış güçlerin "Kurtul bu eski eşyalardan." baskılarını önemsemiyorum, kendi kendime ne vakit sıkılır, bırakırım bilmiyorum. O an gelene kadar zaman zaman estireceğim nostalji rüzgarının ilk esintisiydi bu yazım.



dipnot: Çocuklarınıza oyuncak alırken bebek suretlerine dikkat edin. :)